Kudsi Ergüner Budapeşte’de

Bundan neredeyse 40 yıl önce Paris’e yerleşerek, mimarlık ve müzikoloji eğitimi alan Kudsi Ergüner, müziği bir yaşam biçimi olarak benimsedikten sonra dünyanın tanınmış müzisyenleriyle konserler verdi, albüm kayıtları yaptı.

 

1981’de sufi öğretisini ve müziğini öğreten bir dernek, 1988’de de Kudsi Ergüner Ensemble’ı kurarak Klasik Osmanlı Musikisi’ni tüm dünyaya tanıttı. Evli ve üç çocuk babası olan Kudsi Ergüner, yüreğindeki müziği geniş kitlelerle paylaşmak için yoğun bir biçimde çalışmayı sürdürüyor.

 

 

Yiğit Abdurrahman Paşa

Abdullah Aymaz

10 Ekim 2011, Pazartesi

Yiğit Abdurrahman Paşa

Budapeşte’de Kale’yi gezerken, arkadaşlarımız dediler ki: “Macaristan’a Hungaria yani Hun ülkesi deniliyor. Hun Hükümdarı Atilla buraya gelmiş. Osmanlı’nın Nazlı Budin dediği bölgeyi kardeşi Buda’nın emrine vermiş. Buda orasını geliştirmiş, güzel eserler ortaya koymuş. Onun bu başarıları Atilla’yı hasede sevk etmiş ve ileride benim önüme geçer diye Buda’yı katletmiş. Halk, masum olarak öldürülen Buda’ya karşı acıma ve mazlumun yanında olma düşüncesiyle bu bölgeye onun adını vermiş… Yani Tuna’nın Avrupa yakasına Buda diyorlar. Atilla ismini de bir caddeye vermişler; o kadar!..”

 

Biz Kapisztran Meydanı’ndan bunları konuşa konuşa, Osmanlı’nın son valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa’nın Macarlar tarafından yaptırılan mezarının yanına geldik. Gerçekten Macarlar “Kahraman Düşman” dedikleri Abdurrahman Paşa’mızın mezarını çiçeklerle süslemişler. Mezarının üzerinde her çeşit rengârenk çiçekler açmış… Çok bakımlı… Keşke biz Gül Baba’mızın kabrini öyle bakabilseydik…

Bu yiğit paşamız Avusturyalıların çok güçlü ve karşı konamaz saldırıları karşısında, bütün askerlerini gönderip yüz tane fedaisi ile iç kaleye çekiliyor. Çok rahatlıkla kaçıp kurtulabileceği halde, “Bize yakışmaz… Osmanlı’nın şanına leke sürdürmem!..” diyerek koca bir ordu karşısında tam kırk gün direniyor… En sonunda şerefle şehadet şerbetini içiyor. Macarlar kendi dillerinde çok güzel bir ifade kullanıyorlar. Türkçesi şöyle: “145 senelik Türk hâkimiyetinin son Buda Valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa, bu mezarın yakınında 1686 Eylül ayının ikinci günü öğleden sonra hayatının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun.” Aslında Macarlar Osmanlı’dan memnun idiler. Adil ve merhametli vali paşalarımız yerli halkın gönüllerinde taht kurmuşlardı. Bu durumu Macar idareci ve siyasiler en üst makamdan ifade etmekten çekinmiyorlar…

Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, bir İspanyol gazetesine yaptığı açıklamada, Türkler tarafından yüz elli yıl idare edilmiş olmalarını bir şans olarak gördüğünü, bugünkü varlıklarını Türklere borçlu olduklarını söylemişti. Gerçekten de öyledir. Macarların Avusturya’ya karşı hürriyet hareket ve kıyamlarını Osmanlı daima desteklemiş ve kendisine sığınanları hep himaye etmiştir. Hatta Osmanlı’nın koruduğu Türk âşığı Macar Kralı İmre Thököly, mührüne şu sözleri kazıtmıştır: “Muhibbi Âl-i Osman’ım, itaat üzereyim emre /Kral-ı Orta Macarım ki, namım Thököly İmre”

Türkiye’ye sığınanlardan birisi de Lajos Kossuth’tur. 1.120 kişilik kafilesiyle beraber Lajos, Sultan Abdülmecid tarafından kabul edilmiş ve Kütahya’ya yerleştirilmiştir. Lajos, “Bugün hayatıma ve hürriyetime sahip oluşum, Avusturya ve Rusya’nın tehditlerine ve baskılarına rağmen, beni arkadaşlarımı koruyan Türkler sayesindedir.” demiştir. Sultan Abdülmecid ise, bütün tehdit ve baskılara şöyle cevap vermiştir: “Ecdadımın 600 seneden beri bunca fedakârlıkla muhafaza ettiği himaye hakkım ortadan kaldırılmak isteniyor. Bir Macar’ı 50 bin Osmanlı kanı dökerek yine muhafaza ederim!..”

Bu müthiş sahipleniş, inanıyorum ki, Macarların milli hâfızasında ve şuuraltı derinliğinde Türkiye’ye ve insanlarımıza bakışta olumlu meyveler verecektir…

Türk – Alman Dostluğu Bisikletlisi Macaristan’dan Geçti

Türklerin Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya göçünün 50. yılı anısına Türk-Alman dostluğuna katkı sağlamak ve gurbetçilerin sorunlarını yetkili makamlara duyurabilmek gayesi ile Almanya’dan yola çıkan İsmail Çevik, eski Osmanlı şehri Budapeşte’den geçti.

Türklerin Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya göçünün 50. yılı anısına Türk-Alman dostluğuna katkı sağlamak ve gurbetçilerin sorunlarını yetkili makamlara duyurabilmek gayesi ile Almanya’dan yola çıkan İsmail Çevik, eski Osmanlı şehri Budapeşte’den geçti. Almanya’nın başkenti Berlin’den yola çıkan Çevik, yaklaşık 3 bin 800 kilometrelik 38 gün sürecek dostluk sürüşünü 11 ülkede seyahat ederek temmuz sonunda Ankara Çankaya Köşkü’nde sona erdirmeyi planlıyor. Çevik, 18-28 Temmuz tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisini Köşk’te kabul edeceğini ve yol hikayelerini kısa bir dia sunumuyla kendilerine takdim edeceğini belirtti.

‘Türk- Alman dostluğuna katkıda bulunmak, göçün 50. yılına dikkati çekmek ve Almanya’da ki Türk gençlerini cesaretlendirip zor olanı başarmaları konusunda motive etmek için” için yola çıktığını söyleyen İsmail Çevik, yolculuğunun Macaristan ayağında Türk müteşebbislerden Hay Tour sahibi Hakkı Yaz’ın oteli Hotel Budin’de konakladı.

Çevik’i misafir etmesiyle ilgili olarak Hakkı Yaz, “Çok anlamlı ve önemli bir yolculuk. Bu tarihi yolculuğa şahitlik ve kısmen de olsa eşlik etmiş olmak benim için mutluluk verici. Bundan 2 sene önce de uluslararası bir bisiklet turnuvasının davetlisi olarak gelen Fotomaç spor yazarı Sayın Oğuz Dizer’i mekânımızda ağırlamıştık. Sonrasında İsmail Bey için de ev sahipliğinde bulunmaktan son derece mutluyum. Hotel Budin, uzaklarda insanımıza uzakları yakın etmeye, memleket sıcaklığını duyurmaya devam edecektir. ” diye konuştu.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte ziyaretinde Çevik, Hakkı Yaz’ın rehberliğinde önce Türk Büyükelçiliğini ziyaret ederek, yolcuğu hakkında yetkililere bilgi verdi. Budapeşte’nin Kahramanlar Meydanı gibi tarihi mekanlarını ziyaret eden Çevik, eski bir Osmanlı ereni Gül Baba’nın türbesini ziyaret etmeyi de ihmal etmedi. İsmail Çevik, Özbek asıllı iş adamı Hüseyin Haşimov’un kendisi onuruna verdiği Özbek pilavı davetinin ardından, geçtiğimiz cumartesi günü Budapeşte’den Sırbistan’a doğru hareket etti.
(Cihan Haber Ajansı)
Haber Yayın Tarihi : 10.07.2011

Cem Yılmaz Gül Baba Türbesini Ziyaret Etti

16 Haziran 2011

Türk Telekom’un davetlisi olarak Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye gelen ünlü komedyen Cem Yılmaz, katıldığı programdan sonra şehrin manevi büyüklerinden Gül Baba’nın türbesini ziyaret etti.

Burada karşılaştığı Türk turistlerle hatıra fotoğrafı çektirirken Gül Baba türbesinde ziyaretçileri güldüren Yılmaz, “Ama çok gülmeyin, burada çarpılmayalım.” esprisini yaptı.

Geçtiğimiz yıl Orta ve Güneydoğu Avrupa’nın önde gelen data ve kapasite sağlayıcı şirketlerinden Pantel’i satın alarak bölgesel işbirlikleri doğrultusunda hedefini büyüten Türk Telekom, dün Budapeşte’de bir basın toplantısı düzenledi. Pantel’in merkezindeki toplantıya, Türk Telekom ve Pantel yöneticilerinin yanı sıra, Türk Telekom’un reklam yüzü Cem Yılmaz da iştirak etti.

Program sonrası şehirde kısa bir gezi yapan Yılmaz, Osmanlı döneminin manevi liderlerinden olan Gül Baba’nın türbesini de ziyaret etti. Cem Yılmaz ziyaret sırasında Hay Tour’un sahibi Hakkı Yaz’dan da türbe ve Gül Baba’nın şahsiyeti hakkında bilgi aldı. Türbenin içine giren Cem Yılmaz, Gül Baba’nın kabri başında dua etti ve Gül Baba’nın ruhuna Fatiha okudu.

Türbe çıkışı, orayı ziyarete gelen Türk turistlerle karşılaşan Yılmaz, birlikte fotoğraf çektirme ricalarını kırmadı. Türk ziyaretçilerle şakalaşan Yılmaz, rahat tavırlarıyla dikkat çekti.

GÜL BABA, OSMANLI’DAN KALAN MANEVİ BİR MİRAS

Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Budin seferine katılmış olan Gül Baba, 1531 yılında Budin’e geldi, 10 yıl burada yaşadı ve 1 Eylül 1541 yılında vefat etti. Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları da sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli Yeniçeriler için pir olarak kabul ediliyor ve dolayısıyla Yeniçeriler Bektaşi dervişlerine derin saygı gösteriyorlardı.

Gül Baba’nın Budapeşte’deki cenaze namazına 100 bin kişinin cenaze namazına katıldığı söylenir. Bektaşi dervişi, yalnız Türkler tarafından değil aynı zaman Macarlar tarafından da çok sevilen ve halen Macaristan’da Gül Baba adıyla yaşatılan efsanevi bir kişilik. Aynı isimle bir Macar filmi de çekilmişti. Evliya Çelebi; elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba’ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu belirtir.

CMYLMZ @ Gul Baba

Türk Telekom, Budapeşte’de yeni hedeflerini açıklayacak

Perşembe, 16 Haz 2011

Türk Telekom, 2010 yılında, Orta ve Güneydoğu Avrupa’nın önde gelen bağımsız toptan data ve kapasite sağlayıcı şirketlerinden Pantel’i satın almış ve bölgesel işbirlikleri doğrultusunda hedef büyütmüştü.

Türk Telekom Grubu CEO’su Hakam Kanafani, Türk Telekom CEO’su K. Gökhan Bozkurt ve Pantel CEO’su Gregg Betz’in katılımıyla Pantel’in merkezinin bulunduğu Macaristan’ın Budapeşte kentinde bugün bir basın toplantısı düzenlenecek.

Bulunduğu bölgede Türkiye’yi yeni bir iletişim merkezi olmaya yönelik yatırımlarına hız kesmeden devam eden Türk Telekom, toplantıda  ses ve data taşımacılığı alanındaki uluslararası işbirlikleri ve sektördeki son gelişmeler hakkında bilgi verecek.

Kanije Kalesi

Şehrin ismi “Kanije” ilk olarak 1245 tarihli bir belgede yer almıştır. Burayı yöneten aile buraya bir kale yapmıştır, böylece Kanije, Zigetvar ile birlikte Macaristan’ın en önemli savunma noktalarından biri haline gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş topraklara sahip olduğu zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun en batıdaki kalesidir. Türkler tarafından alındıktan sonra 1601’de Tiryaki Hasan Paşa’nın ünlü savunması ile kurtarılmıştır. Önceleri Zigetvar’da bulunan eyalet merkezinin buraya taşınmasıyla eyalet merkezi oldu. 1690’da Habsburg ordusu tarafından geri alınan kent, Osmanlılar bölgeden çekilince şehir stratejik önemini kaybetmiş ve 1702′ de Viyana’dan gelen bir karar ile kale yıkılmıştır.

Ezel, Macar izleyicileri ağlattı

Macaristan’ın en fazla izlenen televizyon kanalı RTL Klub’da ilk kez dün gösterilmeye başlayan Türk dizi filmi ”Ezel” Macar seyircilerin büyük beğenisini kazandı.

Macaristan televizyon tarihinde ilk kez bir Türk dizi filminin gösterildiği TV kanalı olan RTL Klub’da ”Ezel” dün akşam yerel saatle 17.25’de yayına girdi. Yönetmenliğini Uluç Bayraktar’ın yaptığı, başrollerini Kenan İmirzalıoğlu, Cansu Dere, Haluk Bilginer ve Tuncel Kurtiz’in paylaştığı ”Ezel”, Macar izleyicilerden tam not aldı.

İnternet sitelerinde yayımlanan yorumlarda binlerce Macar seyircinin ağladığı yazılırken, Türk dizi filminin ”bağımlılık” yapacağı ifade edildi.

Bu arada Macaristan’ın en fazla seyredilen ikinci kanalı TV2’de de 14 Nisan’dan itibaren ”Binbir Gece” isimli Türk dizisi ”Şehrazat” adıyla yayınlanmaya başlanacak. Yönetmenliğini Kudret Sabancı’nın yaptığı, başrollerinde Bergüzar Korel, Halit Ergenç ve Tardu Flordun’un oynadığı dizi hafta içi her gün izleyiciyle buluşacak.

Osmanlılar, Macarlar ve Liszt Ferenc

Beşir Ayvazoğlu

Osmanlılar, Macarlar ve Franz Liszt

Doğrudur, Osmanlı hâkimiyeti sayesinde Avusturya boyunduruğundan kurtulan Macarlar, dil ve kültürlerini Budin paşalarının sağladığı barış ve huzur ortamında hiçbir baskıya uğramadan yaşatmış, kimliklerini korumuşlardı.

Osmanlıların Macaristan’a yerleşmeleri, saltanat tacının bir çocuğa, “İstefan Kral” dedikleri Szigmond Janos’a intikal etmesi üzerine Avusturya’nın Macaristan’ı yutmasını önlemek ve kendisini emniyete almak için bir zaruretti. İlişkilerin her zaman düşmanca olmadığını, ciddi dostluklar kurulduğunu, iki kültürün karşılıklı olarak birbirini etkilediğini unutmamak gerekir. Osmanlı hâkimiyeti süresince Türk-Macar ilişkilerinin nasıl yaşandığını anlamak isteyenler, Sándor Takáts’ın yıllar önce Sadrettin Karatay tarafından dilimize çevrilen ve 1000 Temel Eser dizisinde yayımlanan Macaristan Türk Âleminden Çizgiler (1970) adlı ezber bozucu kitabını okumalıdırlar.

Osmanlılar, Macaristan’dan çekildikleri XVII. asır sonlarına kadar koruyup kolladılar ve Avusturya hegemonyasına karşı isyan hareketlerini desteklediler. Bu destek sonraki asırlarda da devam etti. Bilindiği gibi, Macar halkı, 1848 yılında, Kossuth liderliğinde Avusturya’ya karşı başkaldırmış, başarısızlıkla sonuçlanan bu isyanın ardından başta Kossuth olmak üzere on altı bin kişi Tuna nehrini aşarak Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Avusturya ve Rusya’nın tehditlerine rağmen iade edilmeyen bu mültecilere, kendilerinin ve ailelerinin hayat ve şereflerinin teminat altında olduğu, istedikleri ülkeye gidebilecekleri, kalmak isteyenlerin de arzu ederlerse rütbe ve mesleklerine uygun görevlere tayin edilebilecekleri bildirildi. Bunun üzerine, mülteci subaylardan bazıları Vidin’de Müslüman olmuş, Osmanlı ordusunun modernleşmesinde önemli görevler üstlendikleri gibi, kültür hayatımıza da ciddi katkılarda bulunmuşlardır.

Macar asıllı büyük piyanist ve kompozitör Franz Liszt’in Osmanlı Devleti’nin başkentinde konserler vermek için duyduğu büyük arzunun arkasında, başta Kossuth olmak üzere çok sayıda Macar milliyetçisine kucak açan Sultan Abdülmecid’e duyduğu sempatinin bulunduğu söylenir. İstanbul’a gelmek için ilk teşebbüsünü 1838 yılında yapan Liszt, bu arzusunu 1847 yılında gerçekleştirebilmiştir. 8 Haziran 1847 tarihinde ayak bastığı İstanbul’da kaldığı beş hafta süresince, müzik âletleri üreten Alexandre Comendiger’in Beyoğlu’nda, Nuruziya Sokağı’ndaki evinde misafir edilen Liszt, eski Çırağan Sarayı’nda Abdülmecid’in huzurunda, Büyükdere’deki Franchini Köşkü’nde, Fethi Ahmet Paşa Yalısı’nda ve Rus Sefareti’nde, ayrıca halka açık çeşitli mekânlarda konserler vermiş, bu arada Donizetti Paşa’nın Marş-ı Sultanî’sine de yeni melodiler eklemişti. Bu konserler için Paris’ten sipariş edilen piyano, Liszt daha İstanbul’dan ayrılmadan Baldagi adında biri tarafından nişanlısına armağan edilmek üzere satın alınmıştır. (Meraklısı için not: Liszt’in İstanbul macerası, müzik tarihçisi Emre Aracı’nın Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan Donizetti Paşa-Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu (2006) adlı çok önemli kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatılır).

Yeri gelmişken, sadece resimle değil Batı müziğiyle de ciddi bir şekilde meşgul olan Abdülmecid Efendi’nin halife olduktan sonra Liszt’in kaldığı evi müze yapmak için teşebbüse geçtiği ve İstanbul’da kullandığı piyanonun peşine düştüğü biliniyor. Bir arzusu da kendisinin yaptığı kompozitör portrelerinin bu müzenin duvarına asılmasıydı. Ancak halifelik ilga edilip yurt dışına sürüldüğü için bu proje suya düştü.

Abdülmecid Efendi, Liszt’in talebesinin talebesiydi. Geçen yılın başlarında bu köşede çıkan “Liszt, Hegyei ve Tanburi Cemil Bey” başlıklı yazımda sözünü ettiğim Macar piyanist Géza de Hegyei, Sultan II. Abdülhamid huzurunda bir konser vermesi için davet edildiği İstanbul’da Prens Lütfullah’ın baldızıyla evlendiği için ülkesine dönmemiş, hayatını Muzıka-yı Hümayun’da, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Darülelhan ve Türk Ocağı’nda piyano dersleri vererek kazanmıştı. Sadece Abdülmecid Efendi değil, II. Abdülhamid’in kızları Şadiye ve Ayşe Sultanlarla ünlü piyanist Ferhunde Erkin de onun talebeleriydi.

Macarların Türk soyundan geldikleri yolundaki iddialar, Meşrutiyet’in ilanından sonra Türk Turancılarının Macar Turancılarıyla ilişkileri, karşılıklı ziyaretler ve yayınlar ayrı bir bahistir. Meraklılara bu konuda Tarık Demirkan’ın Tarih Vakfı tarafından yayımlanan Macar Turancıları (2000) adlı kitabını tavsiye ederim.

Bunları yazmamın sebebi, sadece Macaristan Cumhurbaşkanı’nın sözleri değil… Bu vesileyle, içinde bulunduğumuz yılın aynı zamanda “Liszt Yılı” ilan edildiğini, bunun Türk-Macar ilişkilerini yeniden ve çeşitli açılardan gözden geçirmek için bir bulunmaz bir fırsat olduğunu da hatırlatmak istedim.

Not. Senfonik şiir tarzının mucidi olan Franz Liszt, 22 Ekim 1811’de Macaristan’ın Dobroján şehrinde doğmuş, 31 Temmuz 1886’da, bir festival dolayısıyla bulunduğu Bayreuth’ta bir iddiaya göre suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.

b.ayvazoglu@zaman.com.tr

27 Ocak 2011, Perşembe