
22 Ocak 2007
Pazartesi / Budapeşte
Viyana ve Budapeşte’yi görmek, benim için müstesna bir tecrübe oldu. Buda’dan ve Peşte’den hem yeni dostlukların sıcaklığı, hem de Gülbaba’nın ruhaniyetini harikuladeliklerle yüklü anılarla birlikte, yurda, Türkiye’ye götürüyoruz. Burada kalan dostlarım: zatınıza hoşça bakınız…
Hilmi Yavuz

Avusturya – Macaristan seferimizden izlenimler

HİLMİ YAVUZ
24/01/2007
Türk insanının, kendi ülkesinin emperyal bir geçmişi olduğunu hatırlaması için, Londra’ya ya da Viyana veya Budapeşte’ye mi gitmesi gerekiyor? Bu hazin sorunun cevabı, maalesef, daha hazin: Çünkü geçen haftanın sonunda Viyana ve Budapeşte’ye yaptığım bir gezide, bizim de bir emperyal ve emperyal olduğu için de ihtişamlı bir geçmişimiz olduğunu, evet maalesef, oralarda hissettim…
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği üç günlük bir Avusturya-Macaristan gezisiydi bu! Benimle birlikte, değerli Türkolog dostlarım Prof. Dr. Osman Horata ve Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan; iki çok sevgili gazeteci arkadaşım İsmail Küçükkaya ve Mustafa Ünal ile TOBB Üniversitesi’nin saygıdeğer rektörü Prof. Dr. Tahsin Kesici…
Viyana’yı ilk kez görüyordum. Batı Avrupa’nın başkentlerinden birçoğunu bilirim. Mesela Berlin, bana göre hem biraz Londra hem biraz da Paris’tir. Ama Viyana öyle değil! Budapeşte ise hiç öyle değil! Buda (Budin) ve Peşte, sevgili Horata’nın deyişiyle, bir ‘müze’ gerçekten! Şehirde bir müzeyi dolaşır gibi dolaşıyor ve sanki her sokağında, bir imparatorluğun gizlenmiş ya da açıkta bırakılmış geçmişinden izleri fark ediyorsunuz.
Budapeşte’ye gidilir de Gül Baba’nın türbesi ziyaret edilmez mi? Şehre hakim bir tepede medfun Gül Baba, rahmetli hocamız Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın deyişiyle, bir ‘kolonizatör Türk dervişi’. Sarığına gül iliştirerek dolaştığı için ‘Gül Baba’ diye anılırmış. Bize refakat eden aslen Özbek Hüseyin Hazimov’a ödev verdim: Her on günde bir ‘Gül Baba’nın merkadini ziyaret edip, sandukasının başındaki sarığa, Budin bahçelerinden koparılmış bir gül iliştirecek…
Viyana’da, ‘Zaman’ bürosundan büro şefi Fatih Serdar ve Ali Tokul kardeşlerimiz rehberlik ettiler. Viyana da şüphesiz emperyal bir şehir. Ama biz (gezide birlikte olduğumuz arkadaşları kastediyorum!) nedense Budapeşte’yi daha çok sevdik: Bunda belki de Viyana’da sadece bir gün kalışımızın payı vardır;-kimbilir?
Budapeşte’de Buda’yı Peşte’den Peşte’yi de Buda’dan seyrettik. Tuna’nın iki yanından bakıldığında, hangi yandan bakarsanız bakınız, baktığınız kesimin ihtişamını görüyorsunuz. Oradaki dostlarımız, başta Muammer Burtaçgiray, Hüseyin Hazimov ve Boğaziçi Üniversitesi’nden eski öğrencim Hakkı Yaz’la birlikte, şehri gezdikten sonra Gül Baba Vakfı’nda sazlı sözlü bir sohbet gecesi yaşadık.
Son günümüz, Orkide Türk-Macar Okulu’nda geçti. Okul müdürü Yusuf Yıldırım’ın verdiği bilgilerle Okul’u dolaştık. Miniklerin Türkçe ve Macarca gösterilerini, o bölgenin belediye başkanı ve yardımcılarıyla birlikte izledik. Okul, gerek eğitim araçları donanımı açısından gerekse verilen eğitimin niteliği bakımından, kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi. Bu okulları gördükçe, o okullarda görev yapan ve yürekleriyle zihinlerini Türkiye için aşkla ve bilinçle işe koşmuş bu insanlara ancak minnet duyulur, diye düşündüm.
Son olarak şunu da belirtmeliyim: Bu gezide Vakıf adına bize refakat eden, aziz dostum Dr. Faruk Tuncer’in yakınlığı, ilgisi ve içtenliği olmasaydı, gezi bu kertede dostça, ama o kertede de verimli ve anlamlı geçmezdi…